24 Nisan 2024 Çarşamba

Urart: Binlerce Yılın Estetik Birikimini, Üstün Tasarımlarıyla Günümüze Uyarlıyor

Anadolu'nun ve Orta Asya’nın kültürel ve estetik mirasını özgün ve çağdaş dokunuşlarla 52 yıldır kusursuzca sentezleyen Urart’ın en önemli misyonu Anadolu'nun kültürel mirasının devamlılığını sağlamak. Ünü dünyaya yayılmış Urart tasarımlarını, Urart Yönetim Kurulu Başkanı ve Kreatif Direktörü Erol Sağmanlı ile konuştuk.

Söyleşi: Ümmühan Kazanç


Erol Sağmanlı.


Sayın Erol Sağmanlı, Urart, 52 yıldan bu yana bu masal ülkesinin kültür ve sanat mirasını benzersiz mücevher ve objelere dönüştürüyor. Bu başarılı çizginin güçlenerek devam etmesinin sırrını öğrenebilir miyiz?
Urart’ın sırrı, geleneksele saygı duyan yenilikçi vizyon, yüksek nitelikli el işçiliği, çoğu uzun süredir bizimle olan 35 kişilik Urart ailesinin, firmamıza olan bağlılıkları ve  Urart dostlarının yarattığı sinerji…
 
Esin kaynağınız neler oluyor?
Binlerce yıldır mücevher ve objeler, sadece görsel değil efsaneler, mitler ve evrensel sembollerin, etkileşimlerin de nesnesi… Ruhu yücelten, iyi hissettiren, yaşamın içinden her ayrıntı yaratıcılığın parçası… Anadolu ve Ön Asya’nın kültür mozaiği ve zenginliği, hiç bitmeyen bir olasılıklar şöleni…

 
Siren telkari kolye.


Anadolu kültüründen hangi motifler Urart tasarımlarında hayat buluyor?
Yaşadığımız topraklar, geçmiş ile bugünün harmanlandığı özel bir coğrafya… Sayısız uygarlığın güçlü izleri var. Urart, bu eşsiz hazinenin, zamana bağlı olmayan unsurlarına yeniden hayat veriyor.
Bunlar aynı zamanda kutsal öyküleriyle bir güç ve koruyuculuk simgesi… İlk günden bu yana Urart logosu olan, Urartu uygarlığından stilize edilen kanatlı varlık Sirenler, göğe yakın olmayı, yaratıcıdan gelen esini de simgeliyor örneğin…

 
Siren Siyah Çanak.


Urart, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve İstanbul Arkeoloji müzesinin hazinelerini açtığı tek marka… New York Metropolitan Museum, Londra Royal Academy ve Toronto Aga Khan Museum için ürün tasarlayan ilk ve tek Türk mücevher markası… Bu ulaşılması güç bir başarı. Bu müzeler neden sizi tercih ediyor?
Urart'ın en önemli misyonu Anadolu'nun kültürel mirasını korumak. Urart, 1989 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin kapılarını açtığı ilk ve tek mücevher firması... Gün ışığı görmemiş hazinelerin ikonik parçalarını Urart dokunuşuyla güncellendik. Zamansız, özgün ve çağdaş tasarımlar müze yöneticilerinin de beğenisini karşıladığı için, daha sonra NY Metropolitan Müzesi, Londra Royal Academy ve Toronto Aga Han Museum gibi farklı kültür ve sanat iş birlikleri gerçekleştirdik.

 
Yalı Çapkını Mermer Heykel.


Aynı zamanda ulusal ve uluslararası sayısız kültür ve sanat festivaline destek oldunuz ve tasarım yarışmalarında ödüller aldınız. Burada Urart’ı farklı kılan unsurlar nelerdir?
Urart, kültürler ve nesiller arasında bir köprü kuruyor. Tasarımlar, bir sanat formu olarak güç, güzellik ve asalet simgesi... Uzun yıllardır bir arada olan ekibin üstün tasarım gücü, yüksek nitelikli el işçiliği, titiz araştırmacı vizyonu, Urart dostlarının sadakati… Urart tarzı olarak adlandırılan özgün çizgisi ile Urart artık bir kült…
 
Mevcut koleksiyonlarınızın yanı sıra 50 yıla yayılan Urart arşivi, 10.000'in üzerinde model içeriyormuş. Bu gerçekten ciddi yüksek bir rakam. Bir anlamda bir müze oluşturacak bir tasarım arşiviniz var. Bu tasarımların ne kadarı üretildi?
Arşivimiz, üretilmiş parçaların modellerini içeriyor… Evet, 50 yılda 10.000’den fazla model, 40.000’den fazla parça ürettik. Her biri zaman içinde bir kez değil, çok kez güncellenerek üretildi.

 
Serengeti serisi.


Erol Bey, siz aynı zamanda bir resim koleksiyonuna sahipsiniz. Bu koleksiyonunuzda hangi eserler var, kaç adet eser var? Urart’ın tasarım odaklı marka anlayışını bu resim koleksiyonu nasıl destekliyor ya da besliyor?
İyi bir koleksiyon hem kişi ile hem birbirini tamamlayan eserlerden oluşur… O eserle bir duyguda buluşmak önemli… Çağdaş sanatçılar ve yeni ifade arayışları ilgimi çekiyor.
Sanat koleksiyonumun ilk parçası, 1984 yılında Burhan Doğançay'ın kağıt üzeri karışık teknik çalışmasıydı. Ardından Erol Akyavaş, Yavuz Tanyeli, Murat Morova, Çağrı Saray… kavramsal sanatın ustası Joseph Kosuth… 1987 yılında Beylerbeyi’nde, atölyemize taşındığımızda, Erol Akyavaş’ın Urart için yaptığı, ikonografik eser, ilk ve tek vitray çalışması… İlk aklıma gelenler…
Bugün iyi bir gözle iyi bir koleksiyon sahibi olduğumu düşünüyorum.
Resim, heykel, mücevher ve obje tasarımı… Sanatın, güzellik ve estetik arayışlarının ifadesidir.
Özgün yaratımlar için sanat ile iç içe bir yaşam “olmazsa olmaz”dır.

 
Siren Taşlı Kolye.


Son olarak 2024 yılında ne gibi sürprizler bekliyor Urart tutkunlarını?
Erenköy mağazamızı açtık. Yeni sürprizler için de hazırlanıyoruz. Yaşama anlam katan yaratıcılıklar ile farklı doku ve kentlerde buluşuyoruz. Son olarak Ankara Platform A Sanat galerisinde Bekir Kıraç ExPercepta sergisinde bir araya geldik. Tasarımların öyküleriyle zamanda yolculuk yaparken “şimdi ve burada” olmanın keyfini yaşayan Urart dostları için tasarlamaya, yaratmaya devam ediyoruz.











SANAT VE BİLİMİN ARAKESİTİNDE HALİL AKDENİZ’İN RENK KURAMLARI KİTABI

Halil Akdeniz Renk Kuramları Kitabı.


Evrenin tarihinde renklerin ortaya çıkışı bilim dünyası için ilginç bir konudur. Ayrıca, biyoloji ve psikoloji gibi pek çok alanda renklerin önemi biliniyor. Endüstriyel tasarım, mimari ve özellikle de görsel sanatları renkler olmadan düşünmek mümkün değil. Doğada çeşitli renklerdeki bitkilerin ve hayvanların, yaşam süreçlerinde renklerin çeşitli işlevleri olduğunu görüyoruz. İnsanlar da bulundukları ortamları, giysilerini ve bedenlerini renklendirerek yaşam alanlarını oluşturuyor. Kısaca renkler, sanat ve bilimin arakesitinde özel bir yere sahip olması nedeniyle farklı perspektiflerden inceleniyor. Yakın zamanda, akademik dünyamıza Renk Kuramı konusunda çok değerli bir eseri kazandıran Sayın Prof. Dr. Halil Akdeniz ile kitabı üzerinden bu konuyu tartışacağız.

SÖYLEŞİ: TALAT ÇİFTÇİ

Sayın Akdeniz, öncelikle bize sanat dünyasında ve akademik alandaki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Ben Akademik kariyerimi sanat ve bilim alanında yaptım. Devlet Yurtdışı ihtisas sınavını kazanarak 1968 yılında Almanya’ya gittim. Berlin Devlet Güzel Sanatlar Akademisi – HdK’de (bugünkü Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi); lisans ve uzmanlık öğrenimi yaptım. Berlin- Akademide 1974’de Meisterschüler (Sanatta Yeterlik derecesi), 1984’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ikinci Sanatta Yeterlik derecesi ve 1990’da Bilim Doktoru unvanıyla Doktora derecesi aldım.

Konusunda bir ilk olduğunu düşündüğüm “Renk Kuramları” kitabınızın, yazım sürecini anlatabilir misiniz?
2023 yılında Boyut Yayın Grubundan (boyutstore.com) birinci sınıf kalite baskıyla kendi kaleme aldığım iki kitabım yayınlandı. Bunlardan ilki Otobiyografi kitabım, ikincisi de Renk Kuramları kitabım. Otobiyografi kitabımda; yaşamımın ve sanatımın hayat hikayesini yazdım.
Şef Aşçıların meşhur bir sözü var; derler ki “her lezzetli yemeğin bir hayat hikayesi” vardır. Benim Otobiyografi kitabım da böyle bir şey, hem yaşamın hem de sanatımın hayat hikayesini oluşturmaktadır.
Renk Kuramları kitabım; Evrimsel Süreçte Rengin Ortaya Çıkışı, Renk Görme ve Algılama Süreçlerini içermektedir. Sanırım bu söyleşimizin odak noktası bu kitap ve içerdiği konular üzerine olacak.

Expresif Renk Öğretileri.

Kitabınızda, evrenin oluşum sürecinde renklerin ortaya çıkışını tartışıyorsunuz. Renklerin nasıl ortaya çıktığını açıklar mısınız?
Biz, sanki evrenin her yerinde geçerli bir renk tanımı ve algısı olduğunu sanırız. Hâlbuki doğada renk diye bir şey yoktur. Renk, yani bizdeki renk algısı; güneşten gelen ışınların dalga boylarını birbirinden ayırarak nesnelere bir tanım verebilmek için geliştirilmiş sanal bir algıdır.
Evrimsel süreçte ilk ortay çıkan rengin sarı olduğu tahmin edilmektedir. Dünya başlangıçta, güneşten gelen ışınların o günkü oluşum-atmosferik yapıda sentezlenmesiyle yeşil renkli bitkilerle kaplıydı. Bu aşamada sadece sarı ve yeşil tonları mevcuttu. Başlangıçta bu tekdüze yeşil renkli bitkiler ilk başlarda sadece iğne yapraklı ağaçlar; yani çam, ladin, ardıç, köknar gibi ağaçlardan oluşuyordu. Fakat daha sonra günümüzden yaklaşık iki yüz milyon yıl önce geniş yapraklı ağaçlar evrimleşmiştir. Bilinen ilk geniş yapraklı ağaçlar “Ginko Biloba”dır ve bu ağaçların erkeği, dişisi ayrı ayrı ağaçlar olarak evrimleşmiştir.
 
Evrimsel süreçte bitkiler ve böcekler arasında simbiyotik ilişkileri ve Renklerin canlılar dünyasındaki önemini Farklı Amaçlarla Kullanımı açıklar mısınız?
İklimlerin ortaya çıkmasıyla da önce tohumlu bitkiler daha sonra çiçekli bitkiler evrimleşmiştir. Bu çiçekli bitkiler daha sonra evrimleşen böcek ve daha başka canlı türleri ile yardımlaşmaya başladılar. Ve bundan sonra döllenmelerde hayvanlar ile bitkiler arasında “Simbiyoz” dediğimiz bir yardımlaşma dönemi başladı. Bundan sonraki evrimleşme sürecinde dünya neredeyse bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Tohumlar oluşurken muhtemelen bir mutasyon sonucu yeşilden farklı olarak bir renklenme ortaya çıkmış, ilk rengin ne olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte sarı olduğu tahmin edilmektedir. Doğada ilkbaharda her tarafın yeşil olduğu aylarda, en çok sarı ve beyaz renkleryaygındır.
Bitkiler nektarları ve polenleriyle böceklere besin sağlıyorlar; böcekler de vücutlarında taşıdıkları polenleri başka bir çiçeğin dişi organına taşıyor. Eskiden suların akıntısına ya da rüzgârın esintisine bırakılan döllenme, artık yerini nerdeyse doğrudan adrese gönderilen bir döllenme dönemi başlamıştır. Sonrasında artık hem bitkiler hem böcekler arasındaki yardımlaşma uyum içinde bir çalışma dönemine girmiştir.
Bir taraftan bitkiler renklenirken, hayvanlarda da özellikle eşey oluşumlardan sonra eşeysel rekabet için bir renklenme dünyası ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak bu renk ve desenler daha sonra farklı amaçlar için de kullanılmaya başlamıştır. Bunlardan en önemlileri ve yaygınlık sırası: Savunma amaçlı, bulunduğu ortama Renk ve Desen olarak uyum (Gizlenme/Homokromi) amaçlı olarak renk ve desenler kullanılmaya başlanmıştır.
 
Renkle birlikte şekillerin de canlılar dünyasında önemli işlevi var. Bu konuda ilginç örneklerden bahsediyorsunuz.
Barkod insanoğlunun son yıllarda bulduğu en zekice uygulamalardan birisi olarak kabul edilmektedir. Barkod/kare kod bir nesne hakkındaki bilgileri verebilir. Fakat barkod’u insanlardan önce keşfedenler hayvanlardır. Öyle ki, zebra ve zürafa gibi hayvanların sürülerinde yavrular analarını, analar yavrularını binlerce bireyin arasında, onların üzerindeki barkodla tanırlar. Bugüne kadar dünyaya gelmiş hiçbir bireyin barkodu (deri ya da post deseni) bir başkasına benzemez.
Doğumun ilk gününde bu barkodu bir defa belleğine yazan yavru, anayı bir daha unutmamaktadır. Bu nedenle ilk günlerde ana, yavrunun başka bir bireye bakmasını önlemeye çalışır ve yalnızca kendi şifresini tanımaya zorlar. Sonuç olarak vücut üzerindeki barkod benzeri desenler kimlik belgeleridir. İnsanlar arasında ve birçok yerli kabilelerde de kendi kabilelerini diğerlerinden ayırmak için kendi vücutlarını boyayarak bedenlerine ya da yüzlerine boyayla desenler çizerek bir nevi kendilerini barkodlamaktadırlar.

 
On İki Bölümlü Renk Yıldızı.


Gözlerimiz ve beynimizle renkleri nasıl algılıyoruz?
Bir tanımlamaya göre algı; nesnelerin özellikleri ve ilişkileriyle duyu organları üzerine etkisi sonucu duyusal bir bütünlük içinde oluşan görüntüleridir. Algılama genetik olarak duyum temeli üzerine oluşmaktadır. Bununla birlikte duyumların basit bir bileşimi değil, duyumsal yansımanın yeni bir kalitesidir. Richard Gregory, algının görme süreciyle ilgili kısmı için şöyle demektedir:
“Görme sürecinde, nesnelerin gönderdikleri ve gözün beyne aktardığı bilgilerin dışında başka bilgilendirme kaynakları da etkili olmaktadır. Bu genel olarak nesneler üzerinde geçmiş deneyimlerimize dayalı bilgileri içerir. Bu deneyimler yalnızca görmeyle sınırlı değildir. Ancak dış dünyadan aldığımız bilgilerin %90’nına yakınını görme duyusu yoluyla algılamaktayız. (GREGORY, L. Richard, Auge und Gehirn zur Psychophysiologie des Sehens, Verl. Fischer Taschenbuch, Frankfurt am Main: 1972, s.16)  
 
Renkler insan psikolojisini nasıl etkiliyor?
Renklerin insan psikolojisi ve davranışları üzerine etkileri vardır. Bu alanda yapılmış deneyler ve gözlemleri içeren birçok uygulamalar vardır. Bence bu uygulamalardan en önemli birisi Hollanda’nın Rotterdam kentindeki deneysel uygulama fabrika tesisi örneğidir. Fabrikanın eski yapısı / ‘binası’ kapkara ve üzüntü verici durumdayken, tesisin havadar, açık ve çok renkli boyanma sonucu orada çalışanlar ve iş yaşamı üzerinde çok etkili olduğu görülmüştür. Hiçbir direktif verici unsur olmamasına karşın, fabrikada çalışan kadın ve erkeklerin, temiz ve kendi dış görünümlerine daha özen göstermeye ve de daha dikkatli olmaya başladıkları görülmüştür. Çevrelerinde önemli değişikliklerin olduğunu hissetmeye başlayan bu insanların, kendiliğinden yeni bir yaşam içine girdikleri gözlemlenmiştir. Ve ayrıca bu tür işyeri ve büro gibi yerlerde, bu düzenleme değişikliği ile çalışanlar üzerinde olumlu etkiler sonucu verimin arttığı da gözlemlenmiştir. Bu olgunun bizim fiziksel ve fizyolojik mekanizmamıza bağlı boyutları vardır.
 
Renklerin Açık Koyu Kontrastı.


Görsel düşünme ve iletişimde renkler nasıl kullanılıyor?
Rudolph Arnheim, görsel algıyı ve görsel sanatları düşünme yolu ile yeniden canlandırmak tezini ortaya atmıştır. Arnheim aklın sanatla ilişkisini çok erken fark eden kişidir. Ona göre sanatsal üretim de bir düşünce üretimidir. Arnheim, gerçek ‘düşünce’nin sadece sözcükler yoluyla oluşabileceğine ilişkin görüşe karşı çıkarak sözel dil ile görsel canlandırmanın (benzetmelerin), ‘düşünce’ etkinliğinde eşit paya sahip olduğu tezini ortaya atmıştır. Bugün geldiğimiz noktada bunun sadece sanatla sınırlı kalmayıp bilim ve teknoloji alanlarında da ne kadar önem kazandığını ve daha da kazanacağını görmekteyiz.
 
Farklı kültürlerde renklerin farklı anlamlara gelişini örneklerle açıklar mısınız?
Renklerin simgesel anlamları ve algılanması; kültürlere ve coğrafyalara göre büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin kırmızı, gündelik yaşamımızdaki trafik işaretlerinde “Dur” tehlike işareti olmaktan başlayıp Komünizmin simgesi olmaya kadar uzanan anlam ve simgesel boyutu vardır. Yine aynı kırmızının Nepal’de gelinlere iyi şans getireceği düşünülmekte. Çin’de kutlama ve şans simgeleri olarak düğün vb. kutlamalarda, kültürel törenlerde kullanılmaktadır. Hindistan’da Saflığın simgesi olarak düğün kıyafetlerinde kullanılmaktadır. Güney Afrika’da; Güneş, din, canlılık, şiddet, ölüm, matem rengi. Japonya’da kırmızı kimono mutluluğun simgelemektedir. Ve Doğu kültürlerinde genellikle Neşenin rengidir.
Aynı şekilde Sarı da Asya kültürlerinde kutsallığın rengidir. Çin’de Çin İmparatorluğu döneminde imparatorun rengidir. Hindistan’da kutsal renktir ve bahar kutlamalarının rengidir. Orta Afrika’da ölümü simgeler, Mısır’da matem rengidir. Batı Kültürleri Mutluluk ve neşenin rengi ve dikkatin sembolüdür. Ve bunların dışında ayrıca her rengin Farklı kültürlerde farklı anlamlara gelişi kitabımızda ayrıntılı olarak verilmiştir.
 
Görsel sanatlarda ve tasarımda renklerin kullanımından örnekler verebilir misiniz?
Belki buna kullanım talepleri ve tasarım çözümleri olarak da bakabiliriz. Dolayısıyla bunu; Mimari ve Toplu Kullanım, Kamusal Mekânlarda Renk Kullanımı ve Uygulama Pratikleri olarak ayırabiliriz. Mimari Mekanlarda Renkler; mimari iç mekânlarda, oturma odaları ve bekleme salonları gibi yerlerde, atmosfer oluşturucu ve rahatlatıcı etkilerle kullanıma geldiği gibi özellikle toplu kullanım mimari mekânlarda; mekânlar arası bağlantıları, mekânsal yönleri bağlayıcı olarak bu alanlardaki yaşam trafiğinin akışını kolaylaştırmak amacıyla da kullanılmaktadırlar. Örneğin, girişler, merdivenler ya da geçitler gibi kısa süreli kalınan yerler, göze çarpıcı dinamik ve çok etkili olarak renklendirilip biçimlendirilmektedirler. Bunun gibi kısa süreli kalınan ve hemen terkedilen yerlerde genellikle soğuk renklerin kullanıldığı gözlemlenmektedir. Renklerin mimaride bu açıklanan uyarıcı, işaretsel ve yönlendirici nitelikte kullanımı, giderek mekânla kullanıcı arasındaki ilişkileri daha kuvvetlendirici ve kullanıcının mekâna katılımını sağlayıcı yönde tasarımda çok önemli yer almaya başladığı görülmektedir.
 
Renk Kuramının tarihsel süreçte gelişiminden bahsedebilir misiniz?
Renk Kuramları, tarih boyunca birçok bilim insanın kendi alanlarındaki araştırmaları ve bilgilerin katkılarıyla ve konuya meraklı birçok sanatçının pratik deney ve uygulamaları ile gelişmiş ve bugünlere gelinmiştir.
Bugün gelinen noktada artık rengi sadece fiziki gerçeği prizma renkleri/spektrum renkleriyle sınırlı olarak bakmıyoruz. Günümüzün gelişmiş teknolojik aygıtlarıyla rengi; fizyolojik ve psikolojik gerçeğimizle değerlendirme olanaklarına sahibiz. Bu hareketin İlk örneğine Goethe’nin renk teorisinde/renk öğretilerinde görüyoruz.
Goethe’nin amacı, rengin oluşumu ve anlamını inceleyerek, rengin sırrını çözmektir. Goethe’ye göre renk insan aklının bir diyagramıdır ve her rengin bir duygu ile bağlantısı vardır. Örneğin Goethe, mavi rengi sakin bir ruh haliyle, kırmızıyı hareketli bir ruh haliyle ilintilendirmiştir. Ana renkleri; kırmızı, sarı ve mavi olarak seçerek, farklı karışımlarla duygusal içeriği açıklamaya çalışmıştır.
Rengi, sadece fizik özellikleri akımından, yani Newton’un öngördüğü biçimde, prizmada farklı kırılma indekslerine sahip olma özellikleri bakımından açıklamayı yeterli görmemiş ve rengi anlamak için psikolojik yönden, kültür ve fizyoloji açısından da düşünmek gerektiğini öngörmüştü.
 
Ve son söz olarak, “İYİ BİLİMİN HEPSİ SANATTIR, İYİ SANATIN
HEPSİ BİLİMDİR.” Kitabımızın mottosu ve sloganı olmuştur. 




14 Mart 2024 Perşembe

ÇATALHÖYÜK’TEKİ KAZIDA 8600 YILLIK EKMEK BULUNDU

8600 yıllık ekmek.


UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde de yer alan Çatalhöyük'teki kazıda ortaya çıkarılan buluntunun 8600 yıllık ekmek olduğu tespit edildi. Çatalhöyük Kazı Başkanı Ali Umut Türkcan haber sitemiz için şu açıklamalarda bulundu: “Konya'nın Çumra ilçesinde yer alan Neolitik dönemde yaklaşık 8 bin kişinin bir arada yaşadığı Çatalhöyük'te yeni buluntular her sene dikkat çekici hale geliyor.

Bitişik nizamda üstten girilen, birbirlerine bitişik kerpiç evlerin oluşturulduğu büyük yerleşimde yeni kazılan bir mahalle (quarter) yaşam hakkında gelen yeni bilgilerin gün yüzüne çıktığı yerde, "Mekan 66" olarak adlandırılan alanın, güney batısındaki bölümde duvara bitişik fırın yapısının yanında bilinen en eski karbonlaşmış meşe merdiven kalıntısı ve yanındaki mekanda adak olarak yerleştirilmiş obsidyen bıçak ile mermer tam bir heykelcik ve yine yakınında kilden bir boğa başı ile yan yana tabanda bulunmuştu. Biçimi ve yapılış tarzı ile dikkat çeken tam haldeki fırının çevresinde çok sayıda buluntunun yanı sıra buğday, arpa, bezelye tohumları ile yiyecek olabileceği değerlendirilen avuç içi düzgün yuvarlak şekilli bu özel süngerimsi dokuda tam daire biçiminde organik bir buluntu dikkat çekmişti. Bu buluntunun etrafında öğütme taşları, bir çene kemiği, obsidyen kazıcı etrafında bulunmuştu.

Daha sonraki aşamada Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden alınan izinlerle Konya ili Necmettin Erbakan Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (BİTAM) yapılan ayrıntılı analizlerde bulunan kalıntının, milattan önce 6600'e tarihlendirilen mayalanmış ekmek olduğunu belirlendi. Öne sürülen hipotezleri doğrulamak için SEM, EDX, RAMAN ve FITR gibi analizler gerekliydi. Yapılan analizlerde özellikle 'SEM' görüntülerine detaylı baktığımızda numunenin içinde hava boşlukları çok belirgindi. Bitkilere ait tohum ve doku parçaları, yaprak kalıntıları olması, daha da detayına inildiğinde nişasta tanelerinin tespit edilmesi artık şüphelerimizi ortadan kaldırıyordu. Yapılan diğer analizlerde de kimyasal içeriklerine baktığımızda da hem bitkilerde bulunan kimyasal maddelerin olması hem de mayalanma göstergeleri, bu buluntunun suyla unun karıştırılıp bir süre bekletildiğini ve mayalandığını gösteriyordu. Bu ekmeğin pişmediği yapılan termal analizlerle ortaya çıkarıldı. Fırının yanında hazırlanmış ama pişmemiş ya da pişirilememiş bir formda olduğunu görmüş olduk. Heyecan verici bir buluştu. Şu ana kadar bulunan bu formda ekmek benzeri hiçbir buluntu yok. Bundan dolayı bilinen en eski ekmek diyebiliriz. Türkiye ve dünya için heyecanlandıran bir buluş."

 

Çatalhöyük kazı alanında ekmeğin bulunduğu an.



Analiz çalışmaları titizlikle yürütüldü

Çatalhöyük Kazı Başkanı ve Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Umut Türkcan, AA muhabirine, arkeoloji denince akla yapılar, anıtlar, buluntuların geldiğini söyledi. Bugün modern arkeolojinin gıdanın da arkeolojisine çalıştığına işaret eden Türkcan, "Gıda arkeolojisinin de başlangıç noktasının yine Anadolu olduğunu söylememiz gerekiyor. Çatalhöyük burada çok önemli duraklardan biri. 2021'de keşfettiğimiz bulgu, özellikle Türk kazılarında artık çok hassas belgeleme ve detaylı çalışmalarla beraber bu tür organik kalıntıları tespit edeb
ildiğimizi gösterdik." diye konuştu.

Çatalhöyük Neolitik Kenti'nin bu alanda önemli bir yer olduğuna işaret eden Türkcan, şunları kaydetti: "Fırının köşesinde küçük ve yuvarlak süngerimsi buluntunun dikkatli bir belgelemeyle ekmek olduğu anlaşıldı. Yapının tabanının üstü geçirimsiz moloz bir dolgu ve aşağılara doğru geçirimsiz ince bir tabaka ile kaplı olması, anaerobik ortamda ağırca karbonlaşması sonucunda aynı mekanda bulunan ahşap merdivenin ve ekmeğin günümüze kadar saklanmasına olanak sağladı. Çıkan eserlerin önceki tarihlendirmelerini biliyorduk ama buradan çıkan numunemizi TUBİTAK MAM'da yapılan radyo karbon testlerinde de milattan önce yaklaşık 6600'e kadar gidebileceğini gösterdi. Yapılan analizlerle ilk gözlemlerimizin doğru olduğu ortaya çıktı."


Dünyanın en eski ekmeği
Türkcan, mayalanmış ekmeğin ilk örneklerine Mısır'da rastlandığına işarete ederek, şöyle konuştu: "Bu buluntu ile arasında yaklaşık 3500 senelik bir dönemde ekmek olarak adlandırdığımız bir bulgu yok. Çatalhöyük'teki bu buluntunun dünyanın en eski ekmeği olduğunu söyleyebiliriz. Bu organik kalıntının, gözlem, analizler ve tarihlendirmesini de göz önüne alarak yaklaşık 8600 senelik bir ekmek olduğunu söyleyebiliyoruz. Somun ekmeğin küçültülmüş hali. Ortasına parmak basılmış, gayet bütün halinde yuvarlak formda fırına girmemiş ama mayalanmış, içindeki mayalanmiş bitki kalıntıları ile beraber günümüze kadar ulaşmıştır. Bugüne kadar böyle bir örnek yok. Çatalhöyük zaten birçok ilklerin merkeziydi. Daha kazıldığı yıllarda dünyanın ilk dokumalar ve ahşap eserler yine Çatalhöyük'teydi. Duvar boyaları, resimler buna eklendi. Konya ve Türkiye bu anlamda çok şanslı."
Elde edilen bulguların analiz çalışmalarının önemine işaret eden Türkcan, "Bunları Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi'nin laboratuvarlarında tam teşekküllü bütün analizlerini yapabilmek büyük bir şans. İlk defa analizlerinin tamamen Türkiye'deki laboratuvarlarda yapıldığı için önemliydi." diye konuştu.

Tahıl kalıntıları heyecanlandırdı
"Çatalhöyük Kuzey Teras Mekan 66 Neolitik Dönem Ekmek Buluntusu Analizleri ve Değerlendirmesi" çalışmasına katkı veren akademisyenlerden Gaziantep Üniversitesinden Öğretim Görevlisi Doktor Salih Kavak da arkeobotanik alanında bugüne kadar en heyecan verici çalışmanın içinde olduğunu dile getirdi.
Laboratuvarda bitkisel kalıntıları incelerken kendisine organik buluntu haberinin verildiğini anlatan Kavak, "Getirdiklerinde çok şaşırdım. Çünkü bu formda bir kalıntı görmemiştim ve ilk olarak, 'hamur, ekmek veya organik bir kalıntı olabilir mi?' diye düşündüm. Çıplak gözle bir morfolojik incelemeden sonra hemen mikroskop altında içeriğine bakmak oldu. Mikroskopta en heyecanlandıran şey, tahıl kalıntılarının olmasıydı. Arpa, buğday ve bezelye gibi bitkilere ait öğütülmüş, kırılmış tohum parçalarının ve tahminen mayalanma ile ilgili gözenekler olması zaten, ilk başta hemen düşündüğümüz şey, 'Bu acaba ekmek mi? ihtimalini güçlendirdi." ifadesini kullandı. "Şu an bilinen en eski ekmek diyoruz."


Çatalhöyük kazı alanı.



4 Mart 2024 Pazartesi

İSTANBUL SANAT, HALİÇ TERSANESİ’NDE AÇILDI!

Gentile Bellini - Fatih Sultan Mehmet Portresi.


Şehrin yeni kültür sanat ve yaşam merkezi İstanbul Sanat; Fatih Sultan Mehmet’in emaneti, Osmanlı’nın denizcilik mirası ve dünyada işlevini sürdüren en eski tersanelerden biri olan Haliç Tersanesi’nde kapılarını açtı! 3 Mart Pazar günü gerçekleşen açılışta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Tarihi Mirasa Sahip Çıkan İstanbul” sunumuyla şehrin tarihi ve kültürel mirasına nasıl sahip çıkıldığını, yaşatılması için neler yapıldığını ve yapılacağını anlattı. İstanbul Sanat’ta, İstanbul’un ilk kamusal çağdaş sanat müzesi olan İstanbul Sanat Müzesi’nin yanı sıra festival alanı, performans sanatları merkezi, çocuk sanat atölyesi, restoran ve müze mağazası ye alıyor. İstanbul Sanat Müzesi, Fatih Sultan Mehmet için Bellini tarafından yapılan ve geçtiğimiz yıllarda İBB tarafından yeniden İstanbul’a kazandırılan tablonun da sergilendiği; İBB koleksiyonu ve Sayın Başkan Ekrem İmamoğlu koleksiyonu başta olmak üzere on koleksiyonerin eserlerinden oluşan; İstanbul’un en kapsamlı çağdaş sanat sergilerinden “Ah Güzel İstanbul”a ev sahipliği yapıyor. Şehrin kültürel hayatına yeni bir soluk getiren İstanbul Sanat, 4 – 9 Mart tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Haliç Festivali’nde ise sevilen sanatçıların ücretsiz konserlerini İstanbullularla buluşturacak.


Fatih Sultan Mehmet Madalyonu.



Dünyada işlevini aktif olarak sürdüren en eski tersanelerden biri olan,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Hatları A.Ş.’ye bağlı olarak hizmet vermeye devam eden Haliç Tersanesi, İstanbul’un yeni kültür sanat ve yaşam merkezi İstanbul Sanat’a ev sahipliği yapıyor. Kapsamlı restorasyon çalışmalarını tamamlayan İBB Fen İşleri Dairesi Başkanlığı ve yeniden işlevlendirme sürecini üstlenen İBB Miras’ın örnek teşkil eden bir dönüşüme imza attığı tarihî tersane, İstanbul Sanat Müzesi adıyla kapılarını açan, şehrin ilk kamusal çağdaş sanat müzesinin yanı sıra festival alanı, performans sanatları merkezi, çocuk sanat atölyesi restoran, müze mağazası gibi sosyal mekânlar da kazandı. Osmanlı’nın 600 yıllık denizcilik mirası, İstanbul’un fethinin mimarı Fatih Sultan Mehmet’in emaneti Haliç Tersanesi, bundan böyle tersane işlevinin yanında yeni bir yaşam merkezi olarak da kent hayatının ayrılmaz bir parçası olmayı sürdürecek.


“Ah Güzel İstanbul” Sergisi.



Açılış Sergisi “Ah Güzel İstanbul”
İstanbul Sanat bünyesinde yer alan İstanbul Sanat Müzesi, farklı koleksiyonları ve kurumları bir araya getiren “Ah Güzel İstanbul” sergisiyle kapılarını açtı. Kolektif bir çabanın sonucu olarak hazırlanan sergi; aralarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu Koleksiyonu, Ulaş Değirmenci Koleksiyonu, Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu, Merey Koleksiyonu, İyem Koleksiyonu, Dr. Şükrü Bozluolcay Koleksiyonu, Meir Dalva Koleksiyonu, Lale-Cengiz Akıncı Koleksiyonu ve Bilge Koleksiyonu’nun da yer aldığı, sanat dünyasının önde gelen koleksiyonlarını izleyicilerle buluşturuyor. 
 
Farklı dönemler, farklı katmanlar ve ifade biçimleri arasında gezinerek İstanbul’un sanatsal birikiminin izlerini süren “Ah Güzel İstanbul” sergisinde; Süleyman Seyyid, Hoca Ali Rıza, Şehzade Abdülmecid Efendi, Halil Paşa, Avni Lifij, Feyhaman Duran, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Komet, Avni Arbaş, Eren Eyüboğlu, Fikret Mualla, Hikmet Onat, Fahrelnissa Zeid, Şevket Dağ, Zeki Kocamemi, Burhan Doğançay, Cihat Burak, Hamit Görele, Naile Akıncı, Mehmet Güleryüz, Ferruh Başağa, Neşe Erdok, Tevfik Fikret, Recaizade Mahmut Ekrem, Mıgırdiç Civanyan, Mihri Hanım, Sabri Berkel, Hale Asaf, Fikret Otyam, Selma Gürbüz gibi Türk resim sanatının kıymetli sanatçılarından 300’ün üzerinde eser izleyici karşısına çıkıyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.



Fatih’in Portresi, Fatih’in Emaneti Tersane’de

İstanbul Sanat Müzesi’ndeki sergi kapsamında, İBB’nin, esasında İstanbullulara ait olan zengin koleksiyonu da sanatseverlerle buluşuyor. Sergideki en özel karşılaşmalardan biri ise İBB koleksiyonunun eşsiz parçalarından; İstanbul’un Fatih’inin portresinin kendi şehrinde, Fatih’in emaneti olan tersanede yeniden görünür kılınarak İstanbullularla bir araya gelmesi… Gentile Bellini’nin atölyesinde resmedilen Fatih Sultan Mehmet’in portresinin önemi ve özelliği, 15. yüzyıla tarihlenen üç yağlıboya tablodan biri olması.
 
İzleyicilere, Fatih Sultan Mehmet’in portresinin yanı sıra İtalyan ressam Cristofano Dell’Altissimo imzalı Kanuni Sultan Süleyman tablosunu ve Costanzo da Ferrara imzalı Fatih Sultan Mehmet'in madalyonunu da görme şansı sunan “Ah Güzel İstanbul” sergisi, 3 Mart – 3 Eylül 2024 tarihleri arasında İstanbul Sanat Müzesi’nde ziyaret edilebilir.

 

“Ah Güzel İstanbul” Sergisi.



Dünyanın Müziği, İstanbul Haliç Festivali Sahnesinde

Şehrin yeni yaşam merkezi İstanbul Sanat, açılışının ertesi gününde başlayacak İstanbul Haliç Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. Açılışını 4 Mart Pazartesi akşamı 19.00’da başlayacak Kolektif İstanbul konseriyle yapacak olan festival, aynı akşam saat 21.00’de dünyaca ünlü Goran Bregović and Wedding Funeral Band’i ağırlayacak.
 
İstanbul Sanat’ta gerçekleşecek altı günlük İstanbul Haliç Festivali’nde, 5 Mart Salı akşamı Aga B ve Bandosu ve Şanışer & Sokrat & Kamufle; 6 Mart Çarşamba akşamı Anatolian Session ve Hey! Douglas; 7 Mart Perşembe akşamı Bedük ve Büyük Ev Ablukada; 8 Mart Cuma akşamı Yasemin Mori ve Ece Seçkin; 9 Mart Cumartesi akşamı ise Duygu Soylu ve KÖFN İstanbullularla buluşacak. Konserlerin ücretsiz biletleri İstanbul Senin uygulaması üzerinden temin edilebilir.
 
4 – 9 Mart 2024 tarihleri arasında her gün 15.00’te kapılarını açacak olan festivalde kurulan panayır alanında ziyaretçiler, konserlerin başlama saati olan 19.00’a kadar Kadın Emeği Pazarı’nda alışveriş yapabilecek; Beltur alanlarında yiyecek ve içeceklerin tadını çıkarıp dinlenme alanında vakit geçirebilecekler. Karnaval oyunlarının da bulunduğu panayır alanında İstanbulluları ayrıca, eskiden hem Tarihi Yarımada’ya hem de Haliç bölgesine temiz su taşıyan Bozdoğan Su Kemeri’nin yer aldığı bir deneyim ekranı bekliyor. Can Memişoğulları’nın, konseptini iklim krizinden yola çıkarak tasarladığı deneyim ekranı, önünden geçen insanlarla etkileşime girecek. Etkileşime giren kişi sayısı arttıkça su seviyesinin yükselme hızı da artacağı etkileyici projeyle etkileşime geçilmediğinde ise su seviyesi eski haline geri dönecek.  
 

Kanuni Sultan Süleyman Tablosu.



HALİÇ TERSANESİ HAKKINDA
Haliç Tersanesi, Osmanlı Devleti’nin “denizcilik üssü” Tersâne-i Âmire’nin günümüze ulaşan bölümlerinden biridir. Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı’nın gemicilik ve ticaret merkezi konumundaki Haliç’in, tersane yapımı için uygun olduğuna karar vererek Kaptan-ı Derya Hamza Paşa’yı görevlendirmiş; böylece 1455 yılında birkaç göz ve cami ile divanhaneden oluşan ilk tersane kurularak Tersâne-i Âmire’nin temelleri atılmıştır. I. Selim döneminde 300 gözlü olarak geliştirilmesi planlanan Tersâne-i Âmire’nin sınırları, 1515 yılında yeni eklemelerle Galata’dan Kasımpaşa’ya doğru genişlemiştir. Yıllar içinde büyümeye devam eden Tersâne-i Âmire; zamanla tersane gözleri, havuzlar, kızaklar, kışlalar, divanhaneler, cami ve mescitler, zindanlar, mahzenler, fabrikalar, atölyeler, kasırlar, kapılar, iskeleler ve mektep gibi farklı yapı gruplarını içeren büyük bir denizcilik kompleksine dönüşmüştür. 16. yüzyılda Osmanlı Devleti sınırlarındaki tersaneler idari olarak Tersâne-i Âmire’ye bağlanmış; bu yüzyılda önemli bir deniz gücü haline gelen Osmanlı’nın güçlü bir donanma oluşturması ve denizlerdeki hâkimiyetini koruması açısından Tersâne-i Âmire büyük bir önem teşkil etmiştir. Genel olarak kürekli ve yelkenli gemilerin inşa edildiği Tersâne’de buhar gücüyle çalışan gemilerin inşası ise 19. yüzyılda başlamıştır. Tersâne-i Âmire, 1913 yılında Taşkızak Tersanesi, Camialtı Tersanesi ve Haliç Tersanesi şeklinde üçe bölünmüş; her üç tersane de günümüze ulaşmayı başarmıştır. Aralarındaki tek aktif tersane olan Haliç Tersanesi, Kasımpaşa Deresi ile Atatürk Köprüsü arasında konumlanmakta; 3 havuz, 2 kızak, atölyeler ve yönetim binalarından oluşmaktadır. Dünyada işlevini sürdüren en eski tersanelerden biri olarak hizmet vermeye devam eden Haliç Tersanesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen kapsamlı restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarıyla koruma altına alınarak 2024 yılında “İstanbul Sanat” adıyla kamusal bir yaşam merkezi işlevi de kazanmıştır.
 
Adres: Emekyemez Mah. Refik Saydam Cad. No:45 Beyoğlu/İstanbul

18 Şubat 2024 Pazar

Enis Malik Duran "Yerin Ekseni" Sergisiyle Art On İstanbul’da

Enis Malik Duran, “Axis Mundi”, 2023, ahşap panel üzerine karışık teknik, 130x205 cm., (Fotoğraf: Kaygan Kaygusuz).


Art On Istanbul, ziyaretçileriyle 10 Şubat – 2 Mart tarihleri arasında Art On Piyalepaşa’da Enis Malik Duran'ın "Yerin Ekseni" isimli solo sergisi ile buluşuyor. Enis Malik Duran ‘Yerin Ekseni/Axis of the Ground’ isimli kişisel sergisinde, insanın anlam arayışını yerküreyle bağı üzerinden irdelemeyi amaçlıyor. Yerin Ekseni, adını birçok kültürde ve coğrafyada karşılaşılan; Latince’de “Dünyanın Ekseni” anlamına gelen “Axis Mundi” kavramından alıyor. Duran’ın geçmiş uygarlıkların izlerini, kültür ve iktidar metaforları olarak yorumladığı çalışmalarında sıklıkla kullandığı çukur imgesi, iktidar mekanizmasını yaratan boşluklara; insanın yeryüzünün kaynaklarıyla beslediği tanrısal tahakküme dair arzusunun bir alegorisidir aslında.

Nazlı Pektaş’ın katalog metninde belirttiği gibi: “Enis Malik Duran, ‘Yerin Ekseni’ kavramıyla güçten çokça da gücün bıraktığı izden söz eder. İktidarlarca kurulan kule/ tapınak/ kilise/ cami/ sinagog/ maden/ inşaatlar… Aklınıza gelebilecek türlü kaynağın bıraktığı çukuru iyice derinleştirir. Yerin Ekseni, anlamını bugünün perspektifinden baktığımızda tanrının kutsallığı; yarattığı yüce ve onun adına yapılan türlü yapıdan almaz. Gücünü geçmişteki gibi kapsayıcı yahut ilahi olandan değil de; yerin dibinden, hiçlikten, karanlıktan alır; aynı zamanda da ilahi gücü de istediği gibi kullanan insanın gücünün derinleştirdiği çukurlar, yeni Axis Mundi’lerdir.”


Enis Malik Duran, “Hominizasyon”, 2024, polyester, K2 akrilik, 37x39.5x39.5 cm., (Fotoğraf: Kaygan Kaygusuz).


Duran, on yılı aşkın süredir manzara imgesi üzerinden gerçekleştirdiği üretimlerinde posthümanist bir bakış açısını benimser. Sanatçının sergiyi oluştururken başvurduğu resim, desen, heykel gibi medyumları, insanın yeryüzüyle ilişkisindeki uyumsuzluğun imgesini farklı materyaller üzerinden araştırmasının ve arayışının göstergelerine dönüşür. İnsanın yerkürede bir anomali olarak var oluşunun yarattığı ikilik, Yerin Ekseni sergisinde negatif pozitif ilişkisi ve ters yüz edilen formlarla kavramsallaşır. Sanatçının özellikle ironi ve manipülasyon yöntemlerine başvurarak; coğrafyayı özne olarak ele aldığı yapıtları, ortak kültürün izleri üzerinden bugünün kaygı çağını getiren ontolojiyi sorgulamayı amaçlar.

Art On İstanbul

İstiklal, Piyalepaşa Bulvarı 32/1,Beyoğlu, İstanbul

www.artonistanbul.com

T +90 212 259 15 43

İnfo@artonistanbul.com

ART SHOW: GALERİLER BULUŞMASI BAŞLIYOR


24 çağdaş sanat galerisinin bir araya gelerek organizasyonunu üstlendiği, 20 Şubat 2024’teki ön gösterimle açılacak Art Show: Galeriler Buluşması, 21-25 Şubat 2024 tarihleri arasında The Ritz-Carlton Residences, Istanbul, B Blok Fulya Girişi’nde gerçekleşiyor.
 
Katılımcı Galeriler:
Ambidexter, Anna Laudel, Art On İstanbul, artSümer, Bosfor, BüroSARIGEDİK, C.A.M Galeri, Ferda Art Platform, Galeri 77, Galeri Nev İstanbul, GALERIST, KAIROS, Martch Art Project, MERKUR, Öktem Aykut, PG Art Gallery, Pilot, Pi Artworks, PILEVNELI, Rıdvan Kuday Gallery, Sanatorium, THE PILL, Versus Art Project, x-ist
 
Çağdaş sanat ortamında önemli bir konumda olan galerilerin Türkiye’den temsilcileri, etkinliğin organizasyonunda iş bölümü yaparak belli roller üstlenmenin yanı sıra bir arada olmanın gücüyle dayanışma odaklı bir sergileme modelini benimsiyor. Sanata değer veren kurum ve markaların desteğiyle gerçekleşecek sergi, dinamik bir program ve konuşma serileriyle de izleyici, sanat profesyonelleri ve kültür sanat aktörleriyle yoğun ve verimli bir diyalog kurmayı hedefliyor. Benzer düşünce ve beklentilerle yola çıkarak, birlikte ve eşitlikçi bir sanat ortamında sergi yapma arzusuyla şekillenen etkinlik, ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.


Gökçe Er, "Hugs and Blossoms", 2023, tuval üzerine yağlıboya, 190x150 cm., (Rıdvan Kuday Gallery).


İstanbul'un kültür sanat yaşamına değerli katkılar sağlayan Bilgili Holding'in ana sponsorluğunda ve Yapı Kredi Özel Bankacılık'ın kurumsal sponsorluğunda gerçekleşecek sergide, farklı galerileri ortak bir dil altında toplayabilmek adına mimari tasarımı Emre Arolat (EAA) ve Murat Tabanlıoğlu (TA) ortaklaşa üstlenirken, TBWA iletişim ve kurumsal kimlik desteği sağlıyor. Yöntem Communications halkla ilişkileri, video içerik geliştirme stratejisini ve dökümantasyonu ise AVANT D’ART gerçekleştiriyor. Etkinlik, İBB Kültür AŞ ve Şişli Belediyesi'nin reklam ve tanıtım desteğiyle düzenleniyor. Borusan Otomotiv’in Türkiye distribütörlüğünü üstlendiği Jaguar etkinlikte ulaşım sponsoru olarak yer alıyor. iyzico, Tosyalı, Knauf, Damat Tween ve Nart Sigorta ve Reasürans Brokerliği’nin yanı sıra Vestel, Kalebodur, Jotun, Zuhal Müzik, Atelier Rebul, Yunus Karma, Mozaik, Mudo Concept, House of Beadzz, Duran Doğan Packaging, ABC Deterjan, Elta360 x ArtPick, Republika Aparts, TOST, 400°C Pizza, Bakırkazan ve Uludağ çeşitli alanlarda destek veriyor. Etkinliğin medya sponsorluğunu ise Aposto, ArtDog, ARTtv, Binat Mimarlık Medya Grubu, Canvas Magazine, Eventmag, Gentleman, Hello!, ICON dooh, L'Officiel Türkiye, Maison Française, Marketing Türkiye, Oggusto, Oksijen, Panoffect, Strolling Istanbul, Şalom Gazetesi, XXI Mimarlık ve YUZU üstleniyor. Ayrıca ziyaretçiler, etkinlik süresince destek veren Minoa, Momo ve The Whirl Roastery’nin çeşitli hizmetlerinden yararlanabilecek.
 
Ziyaret Günleri ve Saatleri:
21 Şubat 2024 Çarşamba 12.00-20.00
22 Şubat 2024 Perşembe 12.00-20.00
23 Şubat 2024 Cuma 12.00-20.00
24 Şubat 2024 Cumartesi 11.00-20.00
25 Şubat 2024 Pazar 11.00-18.00*
 
21-25 Şubat 2024 tarihlerinde etkinlik süresince devam edecek konuşma programını Art Show Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
 
Detaylı bilgi ve sorularınız için:
info@artshow.ist
 
Sosyal Medya ve Web Sitesi:
www.artshow.istInstagram hesabı: @artshowgalerilerbulusmasi
 
Hashtag’ler:
#artshowgalerilerbulusmasi #artshow #galerilerbulusmasi
 
Açık Adres:
The Ritz-Carlton Residences, Istanbul, B Blok Fulya Girişi
Öğretmen Haşim Çeken Cad. No:4
Şişli, İstanbul, 34330

13 Şubat 2024 Salı

APORIA SERGİSİ SUMMART’TA AÇILDI

Ali Elmacı, “Zaafilarımda Senin Kokun Var”, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 180x400 cm.



Aporia, Antik Yunan felsefesinin kavramsal ve düşünsel temellerinde şekillenen bir terimdir. Bir kavramın veya nesnenin içkin çelişkilerinden ya da kendi doğasındaki çatışmalardan doğan ve çözümü oldukça zor olan bir düşünce sorununu ifade eder. Ayrıca, düşüncenin içsel paradokslarını ve çözümsüz tezatlarını simgeler. Bu kavram, sıklıkla insan zihninin çelişkili ve karmaşık yapısını anlamaya çalışan düşünürler için bir açıklama aracı olmuştur. Ali Elmacı, Leyla Emadi, Fırat Engin, Uğur Güler, Hakan Sorar ve Evren Sungur’un farklı dönemlere ait eserlerini bir araya getiren karma sergi Aporia, sürekli gelişen ve kültürel olarak evrilen dünyamızın, güç mücadeleleri tarafından şekillendirilen derin çelişkilerini anlamamıza yardımcı olacak eleştirel bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor.

Tarihsel uzamda incelediğimizde bireyi uygar olma amacıyla doğasının getirdiği alışkanlıklardan arınma çabası içerisinde buluruz. Bu çaba, içgüdüleri, arzuları ve ilkel tepkileri bastırmaya yönelik bir çabadır. Sahip olduğumuz değerler, toplumsal normlar ve benimsememiz gereken idealler ile insan doğasının bir çatışma içinde olduğunu gözlemliyoruz. Bu çatışma toplumsal ölçekte, bazen uygar toplumların bitmek tükenmez barış arayışı ile bu uğurda askeri çatışmalara katılım arasındaki ironik bir ilişki olarak, bazen de bireyler ve uluslararasındaki ilişkilerde, medya, kültür, hükümetler ve endüstriler gibi alanlarda gözlemlenen belirgin riyakârlıklarla tezahür eder. Aporia, bu çelişkili atmosferde, modern toplumun içinde bulunduğu paradokslardan yola çıkarak çağın ikili doğasını gözler önüne sermeyi amaçlar.


Evren Sungur, İsimsiz, 2012, Tuval üzerine yağlıboya, 250x200 cm.



Sanatçı Ali Elmacı’nın (d.1976, Sinop) sergide yer alan 2017 tarihli büyük ölçekli resmi Zaaflarımda Senin Kokun Var, cesur ve renkli ambiyansı ve dinamik kompozisyonuyla seyirciyi karşısında durarak düşünmeye davet ediyor. Elmacı'nın eserlerinde; toplumsal kalıplar, medya, otorite ve çeşitli değerlerin eleştirisi, renkli figürlerin çarpıcılığı ile ustaca gizlenmiş bir tema olarak sürekli karşımıza çıkar.

Leyla Emadi (d.1977, Ankara), sanatında toplumsal baskı, şiddet ve zulüm gibi konulara odaklanırken, bu durumların etkisi altındaki bireyleri ön plana alır. Sanatsal pratiğinde, bireylerin cinsiyet, din, siyaset, ideoloji ve geleneksel düşüncelerle olan doğrudan ilişkilerini ve bu faktörlerden nasıl etkilendiklerini sıkça işler. Emadi'nin sergideki eserleri, insanların silahlarla olan karmaşık ilişkilerini görselleştirir. Tarih boyunca yaşanan savaşlar, toplumların kendilerini ve topraklarını koruma amacıyla geliştirdikleri silahlara olan derin bağlılığı yansıtırken, aynı zamanda gelecek nesillere yönelik silahsızlanma ve barışçıl bir ütopya hayalini de içinde barındıran bir çelişkiyi ortaya koyar.
Fırat Engin (d. 1982, Ankara), çalışmalarında sıklıkla sosyal adalet, küresel istila, bellek ve kimlik konularına yoğunlaşır. Sanatçının serginin girişinde konumlanan otoporesi Last Few Years, serginin ana mekânında ele alınan konulara karşı duyulan derin utancı ifade eder.

Hiperrealist ressam Uğur Güler (d.1988, Eskişehir), sergide yer alan 2023 tarihli son serisinde günümüz otoritelerini ve güç dengelerini ele alıyor. Eserler, kapalı kapılar ardında alınan ve bazen toplulukların geleceğini etkileyen kararları sembolik imgelerle betimliyor. Sanatçının akrilik boya kullanarak kâğıt üzerine çizdiği kirli eller, ısırılmış bir elma veya takım elbiseli figürler, izleyicilere hikâyenin derinliklerini keşfetme yolunda rehberlik ediyor.


Hakan Sorar, İlk Masal, 30x60 cm.



Çalışmalarında sıklıkla beden, kimlik, politika ve cinsiyet üzerine sorular soran Hakan Sorar'ın (d.1991, İstanbul) sergideki İlk Masal adlı eseri, izleyiciyi insanlık tarihindeki başlangıç noktasına taşır. Bu özgün Âdem ile Havva tasviri, teknolojinin gelişiminden yararlanarak Artivive uygulaması ile seyredilebilir. İlk bakışta statik bir dijital resim olarak algılanan imaj böylece hareketlenir.

Evren Sungur (d.1980, İstanbul), eserlerinde insan türünün doğası ve evrimi gibi temel konuları işlerken, insan davranışlarının, düşüncelerinin ve içgüdülerinin medeniyetin oluşumu sürecindeki çelişkilerini irdeler. Sergide yer alan 2013 tarihli Güce Tapan Adam’da uzuvları makineyle bir olmuş, ondan bağımsız hareket edemeyecek bir insan tasviri ile karşılaşırız. Ayrıca Sungur’un sergideki diğer üç isimsiz çalışması da ziyaretçileri modern insanın güç, savaş ve cinsiyet ilişkileri üzerine düşünmeye çağırır. Sergideki tüm resimlerinin ortak noktası olarak görebileceğimiz parmaklıklar ardında resmin merkezindeki figürleri seyreden gözler, aynı zamanda biz seyircileri de gözler ve gözlemleniyormuşuz hissi yaratır.

Aporia başlıklı karma sergi, 7-29 Şubat tarihlerinde Bora Koleksiyonu'ndan eserleri ve koleksiyonda eserleri yer alan sanatçıların farklı dönem işlerini bir araya getirerek, farklı bir bağlamda yeniden seyretmeye davet ediyor.
 
Bilgi İçin:
Adres: Seyrantepe Fazıl Kaftanoğlu Cad. Summa Plaza, No:3, 34396 Sarıyer/İstanbul
Telefon: (0212) 278 71 00


Fırat Engin, Last Few Years, 2018 Neon, alüminyum üzerine dijital baskı, elektrostatik boya 70 x 100 x 15 cm.